BİZİM DE SÖZÜMÜZ OLSUN, SİZİNDE!..
mahfihalmi
3 Haziran 2021 Perşembe
ARKA KAPAK
AKIL LABİRENTİ - MARCUS SAKEY
Adam gözlerini açar. Çıplak üşümüş ve boğulmak üzeredir. O ıssız okyanus kıyısında ondan başka kimse yoktur.
Tek hayat belirtisi az ilerideki boş bir BMV'dir. Bu pahalı arabada üstüne tam oturan bir kıyafet, hırpalanmış haldeki ayaklarına uyan bir çift ayakkabı, Rolex saat ve Daniel Hayes adına kayıtlı bir araba ruhsatı bulunur.
Ancak bir sorun vardı. Kim olduğunu, ne yaptığını hatırlamıyordu. Geçmişi, anıları, pişmanlıkları silinip gitmişti. Hatırlayabildiği tek şey bir kadın yüzüydü. Onun kim olduğunu bulmaktan başka çaresi yoktu. Birden bu kadının hayali onun evi, dünyası, umudu olmuştu. Ve belki de kendine geri dönüşünün tek yolu. Fakat bu yol onu soğuk bir gerçeğe götürecekti: Oraya gittiğinde karşılaşacağı bu gerçek karşısında, akıl labirentinden çıkmak hiç de kolay olmayacaktı.
Farkında olmadığı şey ise; o geçmişinin peşindeyken, tüm ülke de onun peşindeydi.
"Sakkey'i farklı kılan onun detaycılığı, zekası tutkusu ve heyecanı. Bu kitap akıllıca yazılmış satırlardan çok daha fazlası."
Lee Child
İKİ ŞEHRİN HİKÂYESİ - CHARLES DICKENS
"Kasım aynın sonlarıydı; bir cuma gecesi oldukça geç saatlerde Dover Postası zorlukla Shooter Yokuşu'nu çıkıyordu. Vadide sis vardı ve ağır ağır yukarılara doğru yükseliyordu. Denize benzeyen ıslak, yapışkan bu sis koca koca dalgalar gibi yayılıyordu. Sisin yoğunluğundan, arabaların lambaları ancak bir iki adım uzağı aydınlatabiliyordu. Üç yolcu arabanın yanında çamura bata bata tepeye çıkıyordu. Bu havada yürümek hoşlarına gitmiyordu ama buna mecburdular. Yokuş dikti, yerler kayıyordu, atlar bile arabayı zor çekiyordu, üç defa durmuşlardı. Hatta bir kez artık güçleri kalmadığı için geri dönmek istermiş gibi arabayı yolun kenarına doğru çektiler; ama muhafızlar dizginlerini ve kırbaçlarını kullanarak onları tekrar yola sokmuştu."
Adam gözlerini açar. Çıplak üşümüş ve boğulmak üzeredir. O ıssız okyanus kıyısında ondan başka kimse yoktur.
Tek hayat belirtisi az ilerideki boş bir BMV'dir. Bu pahalı arabada üstüne tam oturan bir kıyafet, hırpalanmış haldeki ayaklarına uyan bir çift ayakkabı, Rolex saat ve Daniel Hayes adına kayıtlı bir araba ruhsatı bulunur.
Ancak bir sorun vardı. Kim olduğunu, ne yaptığını hatırlamıyordu. Geçmişi, anıları, pişmanlıkları silinip gitmişti. Hatırlayabildiği tek şey bir kadın yüzüydü. Onun kim olduğunu bulmaktan başka çaresi yoktu. Birden bu kadının hayali onun evi, dünyası, umudu olmuştu. Ve belki de kendine geri dönüşünün tek yolu. Fakat bu yol onu soğuk bir gerçeğe götürecekti: Oraya gittiğinde karşılaşacağı bu gerçek karşısında, akıl labirentinden çıkmak hiç de kolay olmayacaktı.
Farkında olmadığı şey ise; o geçmişinin peşindeyken, tüm ülke de onun peşindeydi.
Lee Child
İKİ ŞEHRİN HİKÂYESİ - CHARLES DICKENS
"Kasım aynın sonlarıydı; bir cuma gecesi oldukça geç saatlerde Dover Postası zorlukla Shooter Yokuşu'nu çıkıyordu. Vadide sis vardı ve ağır ağır yukarılara doğru yükseliyordu. Denize benzeyen ıslak, yapışkan bu sis koca koca dalgalar gibi yayılıyordu. Sisin yoğunluğundan, arabaların lambaları ancak bir iki adım uzağı aydınlatabiliyordu. Üç yolcu arabanın yanında çamura bata bata tepeye çıkıyordu. Bu havada yürümek hoşlarına gitmiyordu ama buna mecburdular. Yokuş dikti, yerler kayıyordu, atlar bile arabayı zor çekiyordu, üç defa durmuşlardı. Hatta bir kez artık güçleri kalmadığı için geri dönmek istermiş gibi arabayı yolun kenarına doğru çektiler; ama muhafızlar dizginlerini ve kırbaçlarını kullanarak onları tekrar yola sokmuştu."
İSRAİL POLİTİKASI KOLTUK SEVDASI
Bu yazı, 500. Yıl Vakfı'ndan alınmıştır. Eğer okuduysanız söyleyin bakalım, İsrail politikası üzerinde kim ilk sözsahibi, kim son sözsahibi?..
Türk Ulusunun yüzyıllar boyu baskı, zulüm ve bağnazlık ortamından kaçma zorunluluğunda kalan herkese, Yahudilere, Polonyalılara, Macarlara, Romenlere, Ukraynalılara, Abazalara, Çerkeslere, Kırım Tatarlarına, Gürcülere, Azerilere, Kazaklara, Kırgızlara, Komünist İhtilalinden kaçan Ruslara, Bengladeş, Afgan ve Kuzey Irak halklarına kucak açan ve sığınma hakkı tanıyan davranışı insanlığa adanmış bir Onur Anıtı'dır.
1992 yılında Türkiye'de, 1492'de ya dinlerini feda etmek veya "bir daha ne sebeple olursa olsun geri dönmemek" üzere ülkeyi terk etmek zorunluğunda bırakılan İspanyol Yahudileri Sefaradların Osmanlı İmparatorluğuna buyur edilmelerinin ve burada kendilerine yeni bir vatan yaratmalarının 500. yıldönümü kutlandı.
1989 yılında Müslüman ve Yahudi 113 Türk Vatandaşı tarafından kurulmuş olan 500.YIL VAKFI'nın amacı, Kuruluş Senedi’nin 3. maddesinde de ifade edildiği gibi ...Türkler’in devlet ve toplum olarak üstün insanlık vasıflarını her türlü olanaktan yararlanarak tüm dünyaya tanıtmak, din ve vicdan hürriyetlerini korumak için bağnazlık ortamından kaçarak Türk toprağını vatan seçen Musevilere kucak açan Türk Milleti’nin insancıl yaklaşımını en geniş şekilde yurt içinde ve yurt dışına duyurmak ve Musevi yurrtaşlarımızın şükran ifadelerinin açıklanmasına yardımcı olmak... tır.
Yüklendiği bu misyondan gurur duyan 500. YIL VAKFI, bu amaçla yıllar boyu yurt içinde ve yurt dışında özellikle ABD, Kanada, Meksika ile Fransa ve İngiltere başta olmak üzere bir çok Avrupa ülkesinde düzenlediği akademik ve sosyal etkinliklerle bu mesajı dünya kamu oyuna duyurmağa çalışmıştır ve çalışmağa devam etmektedir.
Türk Ulusunun yüzyıllar boyu baskı, zulüm ve bağnazlık ortamından kaçma zorunluluğunda kalan herkese, Yahudilere, Polonyalılara, Macarlara, Romenlere, Ukraynalılara, Abazalara, Çerkeslere, Kırım Tatarlarına, Gürcülere, Azerilere, Kazaklara, Kırgızlara, Komünist İhtilalinden kaçan Ruslara, Bengladeş, Afgan ve Kuzey Irak halklarına kucak açan ve sığınma hakkı tanıyan davranışı insanlığa adanmış bir Onur Anıtı'dır.
1992 yılında Türkiye'de, 1492'de ya dinlerini feda etmek veya "bir daha ne sebeple olursa olsun geri dönmemek" üzere ülkeyi terk etmek zorunluğunda bırakılan İspanyol Yahudileri Sefaradların Osmanlı İmparatorluğuna buyur edilmelerinin ve burada kendilerine yeni bir vatan yaratmalarının 500. yıldönümü kutlandı.
1989 yılında Müslüman ve Yahudi 113 Türk Vatandaşı tarafından kurulmuş olan 500.YIL VAKFI'nın amacı, Kuruluş Senedi’nin 3. maddesinde de ifade edildiği gibi ...Türkler’in devlet ve toplum olarak üstün insanlık vasıflarını her türlü olanaktan yararlanarak tüm dünyaya tanıtmak, din ve vicdan hürriyetlerini korumak için bağnazlık ortamından kaçarak Türk toprağını vatan seçen Musevilere kucak açan Türk Milleti’nin insancıl yaklaşımını en geniş şekilde yurt içinde ve yurt dışına duyurmak ve Musevi yurrtaşlarımızın şükran ifadelerinin açıklanmasına yardımcı olmak... tır.
Yüklendiği bu misyondan gurur duyan 500. YIL VAKFI, bu amaçla yıllar boyu yurt içinde ve yurt dışında özellikle ABD, Kanada, Meksika ile Fransa ve İngiltere başta olmak üzere bir çok Avrupa ülkesinde düzenlediği akademik ve sosyal etkinliklerle bu mesajı dünya kamu oyuna duyurmağa çalışmıştır ve çalışmağa devam etmektedir.
PARDUS DÖNÜŞÜM
Pardus, KOBİ ve Kamu kuruluşlarının kullanımı için hazırlanmış güvenli, performanslı ve kullanıcı dostu arayüzlü GNU/Linux dağıtımıdır.
Pardus kullanmak isteyen küçük veya büyük ölçekli kamu kurum ve kuruluşlarında Pardus Dönüşüm için analiz çalışması yapılmaktadır. Bu analiz çalışmasında, kurum tarafından kullanılan yazılımların platform-bağımsız olup olmadıkları ve platform-bağımlı uygulamalarda verimli çalışılabilecek alternatifler varsa incelenerek, kurumun bilişim altyapısının Pardus dönüşümüne uygunluk durumu tespit edilmektedir. Usul ekonomisi ve performans gözetilerek Kurumun Pardus Dönüşüm yapmasına yönelik karar sonrası dönüşüm çalışmalarına başlanmaktadır. Platform bağımlı bir uygulama var ise dönüşüm yapılmayarak, kurumun yazılımını platform bağımsız hale getirmesi beklenmektedir.
Pardus Dönüşüm için TUBİTAK ULAKBİM’den destek alınabileceği gibi TÜBİTAK ULAKBİM tarafından yetkilendirilmiş İş Ortağı ve Kurumsal Göç Ortağı firmalardan da destek alınabilmektedir.
Pardus işletim sistemi ve açık kaynak alt projelerini test etmek ve kullanmak için sitemizde ki formu doldurarak bizimle iletişime geçebilirsiniz
Pardus kullanmak isteyen küçük veya büyük ölçekli kamu kurum ve kuruluşlarında Pardus Dönüşüm için analiz çalışması yapılmaktadır. Bu analiz çalışmasında, kurum tarafından kullanılan yazılımların platform-bağımsız olup olmadıkları ve platform-bağımlı uygulamalarda verimli çalışılabilecek alternatifler varsa incelenerek, kurumun bilişim altyapısının Pardus dönüşümüne uygunluk durumu tespit edilmektedir. Usul ekonomisi ve performans gözetilerek Kurumun Pardus Dönüşüm yapmasına yönelik karar sonrası dönüşüm çalışmalarına başlanmaktadır. Platform bağımlı bir uygulama var ise dönüşüm yapılmayarak, kurumun yazılımını platform bağımsız hale getirmesi beklenmektedir.
Pardus Dönüşüm için TUBİTAK ULAKBİM’den destek alınabileceği gibi TÜBİTAK ULAKBİM tarafından yetkilendirilmiş İş Ortağı ve Kurumsal Göç Ortağı firmalardan da destek alınabilmektedir.
Pardus işletim sistemi ve açık kaynak alt projelerini test etmek ve kullanmak için sitemizde ki formu doldurarak bizimle iletişime geçebilirsiniz
UMUT YAPRAKLARI
Yürürken ıssız sokaklarda
Kalbindeki acı derin
Dökülen umut yapraklarında
Izdırap olmuş baki yerin
YILDIZLAR
Yıldızlar çizerken gecenin yüzünü
Bir dilek tuttum senden habersiz
Yürümek istedim düz bir yolda
Yol kıvrım oluyor yolcu densiz
Bir yıldız kaydı bir dilek tuttum
Suda deve oldum çölde balık
Yüzerken içinde hayallerin
Bir uğultu var bir pişmanlık
Kalbindeki acı derin
Dökülen umut yapraklarında
Izdırap olmuş baki yerin
YILDIZLAR
Yıldızlar çizerken gecenin yüzünü
Bir dilek tuttum senden habersiz
Yürümek istedim düz bir yolda
Yol kıvrım oluyor yolcu densiz
Bir yıldız kaydı bir dilek tuttum
Suda deve oldum çölde balık
Yüzerken içinde hayallerin
Bir uğultu var bir pişmanlık
SEVGİ YABANCISI
İnsan vardır
Kahkahayla titretir gönülleri
İnsan vardır
Gözyaşıyla eritir ümitleri
Ama benim ne kahkaham ne gözyaşım
Nede güneşe uzanan ümitlerim var
Dünyada aklımım ermediği bir şey var
Sevgi, diyorlar adına
Varmadım ama hiç tadına
Bilmem neden?
Tarifini yapmak istedim bu kelimenin
Bilmediğim şeyin tarifini nasıl yaparım söyleyin!
Geçen yılların hicranı karmakarışık ediyor zihnimi
Bir şeyler geliyor aklıma, şaşkına çeviriyor benliğimi
Ve dudaklarım, şunları fısıldıyor kalbime
Aşk, korku ve çile
Herhalde sevgi bu olsa gerek
Ama hiç tatmadım, tarif edebilsem bile neme gerek!
Kahkahayla titretir gönülleri
İnsan vardır
Gözyaşıyla eritir ümitleri
Ama benim ne kahkaham ne gözyaşım
Nede güneşe uzanan ümitlerim var
Dünyada aklımım ermediği bir şey var
Sevgi, diyorlar adına
Varmadım ama hiç tadına
Bilmem neden?
Tarifini yapmak istedim bu kelimenin
Bilmediğim şeyin tarifini nasıl yaparım söyleyin!
Geçen yılların hicranı karmakarışık ediyor zihnimi
Bir şeyler geliyor aklıma, şaşkına çeviriyor benliğimi
Ve dudaklarım, şunları fısıldıyor kalbime
Aşk, korku ve çile
Herhalde sevgi bu olsa gerek
Ama hiç tatmadım, tarif edebilsem bile neme gerek!
TAYYARE BABAMA SELAM SÖYLE
Koşar, oynar, dünyanın her halinin bundan ibaret olduğunu zanneden çocuklar idik. Öyle ki özlemler, sevgiler, nefretler ve acılar hep oyunlara karışık, hep oyunla iç içeydi.
At arabası tıngır mıngır sokağın taşlı yolunda ilerlerken arkasına asıldığımızda, atarabacının savurduğu yağlı kamçı bizi yıldırmaz, tekrar sokağın taşlı yolundan geçmesini beklerdik. Biz acıya oyunla alıştık.
Hurdacı Apo'nun eşek arabası sokağımızdan geçtiğinde hurdaları yetiştirip aldığımız keçi boynuzunun dişimizi kırarcasına damağımıza bıraktığı tatla hayatın zorluğunu anladık.
Adıgüzel emminin ağacından arakladığımız çağlanın, kayısı olduğunu pazarcının tezgâhında farkında olmadan yok ettiğimiz yarınlarda anladık.
Bir uçak geçerdi, gökyüzüne hasret tütsüsünü salarak. Herkes bağırırdı bir ağızdan:
Tayyare babama selam söyle!
Arkadaşlardan birinin babası Almanya'da diğerininki Libya'da. Uçağın nereye gideceğini bilmeden herkesin dilinde bir cümle:
Tayyare babama selam söyle!
Benim babam evimize iki kilometre uzaklıktaki işyerindeyken, gönderdiğim selamım kulağını çınlatırdı, en azından ben öyle hissederdim. Akşama kadar bekleyecek vakit yoktu. Bir an önce selam ulaşıp kulağı çınlamalı, eve gelene kadar hasret kokusundan arınmış olmalıydı. Babamla aramdaki bağ, göğü tütsüleyen tayyare kadar sessiz ve o kadar esrarengizdi.
Diğer arkadaşın babası, evinde tahta bacaklı sandalyeye oturmuş, yanağını ellerinin arasına almış, yarınımız ne olacak, eve ekmek getirecek bir işim de yok! Diye kara kara düşünürken yavrucuğunun sesi kulaklarında çınlıyordu:
Tayyare babama söyle!
Ve yanağında bir gülümseme, ümit doldu evine, eteğine...
Başka bir arkadaşın babası rahmetli olmuştu. Onun da dilinde aynı cümle:
Tayyare babama selam söyle!
Başkasının selamına benzemiyordu ama bunu sadece kendisi biliyordu. Hem o birbirine karışan çığlıklarda onun babasının öldüğünü kim aklına getirecekti ki. Tertemiz kalbiyle babasına selam söylüyordu. Hem kim bilebilirdi selamının ulaşmayacağını?
Sık geçmezdi tayyare, hasretle bakardık masmavi gökyüzüne, babalarımıza selam söylesek diye. Hasret babaya mı? Tayyareye mi? Karışırdı birbirine...
Şimdi gökyüzü eskisi kadar mavi değil ama çok tayyare geçiyor sayısız. Ben, hâlâ babama hasretim.
Tayyare! Babama selam söyle!..
At arabası tıngır mıngır sokağın taşlı yolunda ilerlerken arkasına asıldığımızda, atarabacının savurduğu yağlı kamçı bizi yıldırmaz, tekrar sokağın taşlı yolundan geçmesini beklerdik. Biz acıya oyunla alıştık.
Hurdacı Apo'nun eşek arabası sokağımızdan geçtiğinde hurdaları yetiştirip aldığımız keçi boynuzunun dişimizi kırarcasına damağımıza bıraktığı tatla hayatın zorluğunu anladık.
Adıgüzel emminin ağacından arakladığımız çağlanın, kayısı olduğunu pazarcının tezgâhında farkında olmadan yok ettiğimiz yarınlarda anladık.
Bir uçak geçerdi, gökyüzüne hasret tütsüsünü salarak. Herkes bağırırdı bir ağızdan:
Tayyare babama selam söyle!
Arkadaşlardan birinin babası Almanya'da diğerininki Libya'da. Uçağın nereye gideceğini bilmeden herkesin dilinde bir cümle:
Tayyare babama selam söyle!
Benim babam evimize iki kilometre uzaklıktaki işyerindeyken, gönderdiğim selamım kulağını çınlatırdı, en azından ben öyle hissederdim. Akşama kadar bekleyecek vakit yoktu. Bir an önce selam ulaşıp kulağı çınlamalı, eve gelene kadar hasret kokusundan arınmış olmalıydı. Babamla aramdaki bağ, göğü tütsüleyen tayyare kadar sessiz ve o kadar esrarengizdi.
Diğer arkadaşın babası, evinde tahta bacaklı sandalyeye oturmuş, yanağını ellerinin arasına almış, yarınımız ne olacak, eve ekmek getirecek bir işim de yok! Diye kara kara düşünürken yavrucuğunun sesi kulaklarında çınlıyordu:
Tayyare babama söyle!
Ve yanağında bir gülümseme, ümit doldu evine, eteğine...
Başka bir arkadaşın babası rahmetli olmuştu. Onun da dilinde aynı cümle:
Tayyare babama selam söyle!
Başkasının selamına benzemiyordu ama bunu sadece kendisi biliyordu. Hem o birbirine karışan çığlıklarda onun babasının öldüğünü kim aklına getirecekti ki. Tertemiz kalbiyle babasına selam söylüyordu. Hem kim bilebilirdi selamının ulaşmayacağını?
Sık geçmezdi tayyare, hasretle bakardık masmavi gökyüzüne, babalarımıza selam söylesek diye. Hasret babaya mı? Tayyareye mi? Karışırdı birbirine...
Şimdi gökyüzü eskisi kadar mavi değil ama çok tayyare geçiyor sayısız. Ben, hâlâ babama hasretim.
Tayyare! Babama selam söyle!..
YOZLAŞAN DÜĞÜN KÜLTÜRÜMÜZ
Geçtiğimiz günlerde bir düğün salonuna gittim.
Orada oynanan oyunlara dikkat ettiğimde gördüm ki bu düğün, ne kültürümüze uyar ne dinimize nede geleneğimize.
Bir hava çalıyor adına Trabzon Kolbastısı diyorlar. Tepinen tepinene...
Müziğin ritmine bakıyorum, müzikle iç içe olduğum pek söylenemez ama, İç Anadoludan farfara yada fidaydanın ritmi. Tepinmelerine bakıyorum, çoğu rep dedikleri acayiplik. Ne İç Anadolu görünüyor edasında ne Karadeniz nede Avrupa. Hiç bir şeye benzemeyen bu kültür, hem bizim oldu, hemde sizin.
Sonra bir hava çalıyor, ne dediği hiç anlaşılmayan. Sadece cümle sonunda şemame dedikleri belli oluyor. Şemame nedir ki, tatlımı, acımı, erkekmi, kadınmı, bizdenmi onlardanmı(Onlar dediğim Kürt yurttaşlar değildir.)...
Üç ayrı grup oluştu birbirinden bağımsız herkes kendi çevresinde yavaşça dönerken; bir grup kolkala girmiş ayaklarını yerden kaldırmadan orasını burasını ritim eşliğinde sallıyor. Diğer grup teke hoplatması oynuyor. Bir grubun ayakları Vestern filmlerindeki dansçı kadınların ayakları gibi havada savruluyor, eteklerini Allah Muhafaza buyursun dalgalandıkça dalgalanıyor...
Böylesi ne Asyaya uyar, ne Avrupaya nede Amerikaya.
Sonra bir müzik çaldı plaktan, sesi teneke kazıntısı gibi. Çıktı zibidiler ortaya kolkala girip saçlarını başlarını oraya buraya savururken, kıçlarından haberleri yok.
Kim bunlar. Ne yapıyorlar.
Halaybaşı demeyecekmi Poşa Memmede, bir Ağırlama çalda oynayak.
Temel demeyecekmi hadi bir horon tepek.
Ankaralı demeyecekmi hadi bir misket havası.
Demeyecekmi birisi çal bir Erzurum Barı.
.......
Nerede yerel ezgilerimiz, nerede otantik oyunlarımız, kimin olduğu belli olmayan bir eğlenme kültürüyle neşesi kaçtı artık düğünlerin, eğlencelerin. Şaşkın kültürüel benliğimizle sonumuzun ne olacağı belli değil artık.
Orada oynanan oyunlara dikkat ettiğimde gördüm ki bu düğün, ne kültürümüze uyar ne dinimize nede geleneğimize.
Bir hava çalıyor adına Trabzon Kolbastısı diyorlar. Tepinen tepinene...
Müziğin ritmine bakıyorum, müzikle iç içe olduğum pek söylenemez ama, İç Anadoludan farfara yada fidaydanın ritmi. Tepinmelerine bakıyorum, çoğu rep dedikleri acayiplik. Ne İç Anadolu görünüyor edasında ne Karadeniz nede Avrupa. Hiç bir şeye benzemeyen bu kültür, hem bizim oldu, hemde sizin.
Sonra bir hava çalıyor, ne dediği hiç anlaşılmayan. Sadece cümle sonunda şemame dedikleri belli oluyor. Şemame nedir ki, tatlımı, acımı, erkekmi, kadınmı, bizdenmi onlardanmı(Onlar dediğim Kürt yurttaşlar değildir.)...
Üç ayrı grup oluştu birbirinden bağımsız herkes kendi çevresinde yavaşça dönerken; bir grup kolkala girmiş ayaklarını yerden kaldırmadan orasını burasını ritim eşliğinde sallıyor. Diğer grup teke hoplatması oynuyor. Bir grubun ayakları Vestern filmlerindeki dansçı kadınların ayakları gibi havada savruluyor, eteklerini Allah Muhafaza buyursun dalgalandıkça dalgalanıyor...
Böylesi ne Asyaya uyar, ne Avrupaya nede Amerikaya.
Sonra bir müzik çaldı plaktan, sesi teneke kazıntısı gibi. Çıktı zibidiler ortaya kolkala girip saçlarını başlarını oraya buraya savururken, kıçlarından haberleri yok.
Kim bunlar. Ne yapıyorlar.
Halaybaşı demeyecekmi Poşa Memmede, bir Ağırlama çalda oynayak.
Temel demeyecekmi hadi bir horon tepek.
Ankaralı demeyecekmi hadi bir misket havası.
Demeyecekmi birisi çal bir Erzurum Barı.
.......
Nerede yerel ezgilerimiz, nerede otantik oyunlarımız, kimin olduğu belli olmayan bir eğlenme kültürüyle neşesi kaçtı artık düğünlerin, eğlencelerin. Şaşkın kültürüel benliğimizle sonumuzun ne olacağı belli değil artık.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
Geçtiğimiz günlerde bir düğün salonuna gittim. Orada oynanan oyunlara dikkat ettiğimde gördüm ki bu düğün, ne kültürümüze uyar ne dinimize ...
-
Yürürken ıssız sokaklarda Kalbindeki acı derin Dökülen umut yapraklarında Izdırap olmuş baki yerin YILDIZLAR Yıldızlar çizerken gecen...
-
AKIL LABİRENTİ - MARCUS SAKEY Adam gözlerini açar. Çıplak üşümüş ve boğulmak üzeredir. O ıssız okyanus kıyısında ondan başka kimse yoktur....